İlim İlim Bilmektir

İlim İlim Bilmektirİzmir’e döneli neredeyse bir hafta olacak. Yorgunluğumu ve içimdeki ayrılık hüznünü yavaş yavaş üzerimden atıyorum ve kendimi Hümanist Düşünce Derneğinin yeni dönem açılış seminerinde buluyorum. Dünya’nın en önemli ve belki de tek Sümerolog’u, yıllara meydan okuyan 92 yaşındaki çınar Muazzez İlmiye Çığ’ı karşımda görebilmek bile orada bulunmama fazlasıyla değiyor.

Kendisinin kısa özgeçmişini takdim ederlerken; tek tek bütün noktaların üzerinden geçiyor ve düzeltmeler yapıyor. Muazzez hanım 3 büyük savaş görmüş; I. Dünya harbi, Kurtuluş Savaşımız ve II. Dünya Savaşı. Kolay değil ülkesini seven bir insanın bu acıları ve sevinçleri unutması…

Okul hayatından başlıyor anlatmaya. Bu bölüme girdiğinde Cumhuriyet’in 10. yılında olduklarını nasıl da hevesle arı gibi çalıştıklarını sergiliyor örneklerle. İkinci Dünya Savaşında Hitler’in Yahudi öğretim üyelerine büyük eziyetler çektirdiğini, Yahudilerin başka ülkelere sığınma istediğini ise Hitler’in korkusundan Amerika’nın bile kabul etmediği ve Atatürk’ün izni ile bu insanlara nasıl kucak açtığımızı, onlara sağladığımız olanakları ve bu sayede dünyadaki ilk beyin göçünü bizim yaptığımızı biliyor muydunuz? O zaman bir milletvekili 300 lira alıyorsa, bir Yahudi hocaya 600 lira verilirmiş. Eğitime verilen değer bize kısa sürede güzel meyveler vermiş.

Bilim bilimdir diyor, kanıtı olmayan hiçbir şey bilim değildir. Ve bugün sahip olduğumuz delillerle Sümerler’in Türk olduklarını söylebiliyoruz. Bu harika bir şey çünkü onların yapısını incelediğinizde uzaklardan gelen özümüzün aynı olduğunu anlamak zor olmuyor.

Türkler konuşmaya başladığı andan itibaren yazmaya da başlamışlar. Bundan dolayı Sümer anıtlarında atasözlerimize rastlamak zor değilmiş, işte bazıları;

“Biliyorsun neden öğretmiyorsun? Boş vakit senindir neye yaramıyorsun?”

“Açık ağıza sinek girer.”

“Kimin karısı ve çocuğu yoksa neşesi yoktur!”

“Bir kadınla evlenen gücüne güç katar.”

Aslında aktarmadığım birçok atasözü Türklerdeki aile bağının ne kadar kuvvetli olduğunu yansıtıyor. Türklerin çok tanrılı inanışı olduğunu, her özel varlığı bir tanrıyla bağdaştırdıklarını ama tüm bunlara rağmen kararlarında asla dini ön planda tutmadıklarını biliyor muydunuz? İrfanı yerinde bir Sümerli “Tanrının isteğini insanlar hissedecek ve düşünecek” kuralına inanarak kararlarını verirmiş. Yani biz yüzyıllar önce saf Türklüğümüzü kaybetmeden önce medeni ve laik olarak yaşıyormuşuz. Sahip olduğumuz bu saf Türklüğü kaybedip, sonra kurtuluş mücadelemiz sonunda onu tekrar bulmak için yeni bir sayfa açışımızın nedenini çok iyi bilmemiz gerekiyor. Acaba çok güzel bir din olan Müslümanlığı seçerken, kendi içimizdeki laik Türklük yapısını koruyabilir miydik? Belki de Atatürk’ün laikliğin üzerinde bu kadar önemle durmasının nedeni budur. Onu bir kez daha kaybetme lüksüne sahip değiliz.

İşte soru-cevap kısmında öğrenmiş olduğum ve paylaşmak istediğim bazı diğer bilgiler;

  • Çoğumuz ben dahil çivi yazısının çiviyle yazıldığı için bu adı aldığını düşünürken, yazının şeklinin çivi şeklindeki köşeleri andırdığı için bu adı aldığını öğrendim.
  • Sümerler ince hayvan postlarına özenle yazdıkları değerli yazıları, uzun yıllar saklamak için fırınlarlarmış. Böylece bu çağlarda kütüphanecilik yani kayıt altına alma konusunda oldukça ileriye gitmişiz. Bu üstünlüğümüzü batı doğudan yani bizlerden öğrenmiş. Bizler ise şu an sahip olamadığımız, devletin kesesine acı bir zehir gibi hükmeden bu eksikliğimizi kapamanın yollarını batıda arıyoruz. Örneğin; Eski Türkler’de kayıtsız evlilik diye bir şey olmaz, olursa da geçersiz sayılırmış.
  • Bir siyasi heyet Almanya’ya usta-çıraklık sistemimizi modernleştirmek için gittiğinde, Almanlar bunu çok hayıflamış ve bizlere; “Biz kendi sistemimizi sizin Ahilik-Lonca yapınızı inceleyerek oluşturduk. Bundan dolayı buralara geliş masrafınızı anlayamadık” şeklinde bir imada bulunmuşlar.
  • Tarihte Zeytin fidanının Nuh’un gemisinden Anadolu’ya taşındığı biliniyormuş. Ama bunun nasıl oraya geldiği konusunda kesin bir bilgi yokmuş. Muazzez hanım son yolculuğunda Anadolu’da Hazar Gölünden akan su ile oluşmuş bir göle rastlamış. Bu beni mutlu etti diyor. Bununla birlikte “92 yaşında daha kesin kanıtlar elde etmeyi merakla bekliyorum.” diye sözüne ekliyor.
  • Bir de Kızılderililerin Türk olma ihtimali var. Yıllar önce Mezopotamya’dan bir grup insanın Kanada civarlarına çıktığı ve bunların Türk olduğu ileri sürülüyor. Zaten Kızılderililerin dillerini ve kültürlerini incelediklerinde bizimkilerle bir çok benzer yön bulmak mümkünmüş.

Zaman akıp gidiyor durmak lazım, son noktada söylemek ise gelen soru üzerine bizden Atatürk’ü ve inkilaplarımızı düşünmemizi rica ediyor;
“Bizler Fransa’nın 100 yılda yapmış olduğu devrimleri, 10 yılda gerçekleştirdik. Devrimin düşmanı kendisidir. 100. yılımıza 20 yıl kala sahip olduğumuz bu Cumhuriyet’i korumak ve hakettiği yere getirmek için hepimiz bir şeyler yapmalıyız.”

Muazzez hanımın son sözü ise onu hayat felsefesini yansıtyor; “Çok daha güzel olacağına inanıyorum.”

Fransa’da tanımış olduğum Asyalı arkadaşlarımdan sonra kendi kültürümüzün özünü bulma yolundaki arzum, bu seminerin ardından daha da perçinleniyor. Hayatımın dönüm noktasında, Muazzez hanım gibi hangi alanı seçersem seçeyim sonunda kendimi bulacağıma yürekten inanıyorum.

Şimdi tarihimizi daha fazla okumak ve yaşatmak zamanıdır. Yunus Emre varken bize daha fazla söz düşmüyor. Mutlu kalın.

İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmez isen
Ya nice okumaktır

Okumaktan mânâ ne
Kişi Hakk’ı bilmektir
Çün okudun bilmez isen
Ha bir kuru emektir

Okudum bildim deme
Çok tâat kıldım deme
Eri Hak bilmez isen
Abes yere yelmektir

Dört kitabın manası
Bellidir bir elifde
Sen elifi bilmez isen
Bu nice okumaktır

Yunus Emre der hoca
Gerekse var bin hacca
Hepisinden eyice
Bir gönüle girmektir

Yunus Emre

Bora Eke
(01.10.2006)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

EnginDergi Enginer Dijital Hizmetler | Tüm Hakları Saklıdır. © 2008 - 2024